İnsan olmanın ve insanca yaşamanın temel kriterlerinden biridir düşünce ve ifade hürriyeti. Ve hiç kimse düşüncelerinden dolayı yargılanamaz, yargılanmamalı.
Bu alan ilk bakışta sınırların olmadığı çok geniş bir alan gibi gözükmektedir. Sınırsız bir özgürlük anarşi ve şiddete yol açar. Bu kaotik durumu önlemek için toplumsal mutabakat ve evrensel düzenlemeler ile kısıtlamalar getirilmiş, diğerinin/ötekinin hak ve hukukunu korumaya yönelik önlemler alınmıştır.
Avusturya kökenli felsefeci Karl Pooper’ın “senin yumruk atma özgürlüğün benim burnumun ucuna kadardır” tanımlaması bu sınırlandırmaların en güzel ifadelerinden biridir.
Düşünce ve düşündüğünü ifade etme hürriyeti demokratik toplumların olmazsa olmazlarındandır. İfade özgürlüğünde; “Bir düşüncenin barışçı yoldan açığa vurulmasının, ifade edilmesinin serbest olmasının yanı sıra şiddetin övülmemesi ve teşvik edilmemesi de esastır.”
Temel prensipler böyleyken ülkemizdeki ahval ve şerait nasıl. Partilerin kapatılması, siyasi yasaklar, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması, belediye başkanlarının görevden alınması vs.
Teröristi övenlerin, teröriste yardım ve yataklık yapanların, sırtlarını terör örgütlerine dayayanların, yetmez gibi bir de milletin gözünün içine baka baka insan hakları, barış ve demokrasi kavramlarının içini boşaltıp alçak, küstah ve çirkin bir dil kullanmaları demokrasi içinde dahi kabul gören bir yöntem olamaz.
Adlarının terör örgütleriyle birlikte anılmasından bir kez dahi rahatsız olmayanların kullandıkları bu dil ve üslup siyasetin ve barışın dili değildir. Kavganın, şiddetin, terörün, teröristin, sahiplerinin sesidir.
Dokunulmazlık zırhına bürünerek küfür, hakaret, tehditler savuran, kolluk kuvvetlerini ve resmi görevlileri suçlayıp, terör örgütünün bölge halkına yaptıkları zulmü görmezden gelen, teröriste alan açan, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne, temellerine patlayıcılar yerleştiren Kandil’in, İmralı’nın, Edirne’nin atadığı/onayladığı bu sözde seçilmişler yaptıklarının bedelini de ödemelidirler. Bu milletvekili de olur, belediye başkanı da…
ABD kongresinde bir senatörün 11 Eylül saldırılarına övgü dizmesi ya da Fransız bir parlamenterin DAEŞ’i öven bir konuşma yapması mümkün müdür? Devletin teröristlere karşı verdiği mücadeleyi eleştirmesi, teröristleri masum sivil vatandaş gibi göstermesi mümkün müdür? İleri demokrasi örneklerin de bile rastlanılamayacak bu durumlar ülkemizde, gözümüzün önünde cereyan ediyor. Vatandaşımızın sabır ve sükûnet göstermesi olaylara kayıtsız kaldığından değil devletimizin de vardır bir bildiği düşüncesindendir.
Milletin ödediği vergilerle maaşını alacaksın, devletin verdiği makam araçlarını kullanacaksın, telefon ve haberleşme giderlerini devlete ödeteceksin, devletin sana tahsis ettiği korumalarla gezeceksin, devletin imkânlarını sonuna kadar kullanacaksın sonra da belediyenin kaynaklarını terör örgütünün finansörlerine aktaracaksın, teröristin cenazesine gideceksin, taziyede bulunacaksın ve adının terör örgütü ile anılmasından da hicap duymayacaksın.
Bunlara sadece dokunmak yetmez. Daha ileri cezalar da olmalı. Menşei ve içeriği ne olursa olsun terörle irtibatı hüküm altına alınanların vatandaşlıktan çıkarılması ve tüm varlıklarına behemehâl el konulması gerekir.
Geçmiş dönemlerde İstanbul Milletvekili Sayın Metin Külünk’ün verdiği kanun teklifi bu noktada çok büyük önem arz ediyordu. Ama ne yazık ki kanunlaşmadı. Külünk’ün hazırladığı teklif; terör suçundan mahkûm olanların mal varlığına el konulabilmesini ve Türk vatandaşlığından çıkarılabilmesini öngörüyordu.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı değerlidir herkese verilmemelidir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı değerlidir, devletin bekasına ve milletimizin birliğine halel getiren kişilerden de alınmalıdır.