İnsanımızın günümüzde deprem üzerinde yaşamış olduğu kaygıların benzerini, atalarımız geçmişte yangınlar üzerinde yaşamıştır. İstanbul her zaman yangın ve depremin merkezlerinden birisi olmuş, bu konularda halkımıza büyük sıkıntılar vermiştir.
Meriç Nehri’nin sık sık taşması nedeni ile insanlar, Edirne sudan, İstanbul yangın batacak diye söylem geliştirmişlerdir. İstanbul Belediye Tarihini çalışan Osman Nuri Ergin 1854-1916 (62 yıl) yılları arasında İstanbul’da 229 büyük yangının çıktığını söylemektedir ki bu da İstanbul’un yangın ile ilgili kısa bir tarihini yansıtmaktadır.
Eskiden binaların ahşaptan yapılması ve birbirine yapışık olarak inşa edilmesi nedeni ile küçük bir kıvılcımla başlayan yangınlar bir anda bütün şehre yayılarak büyük yıkımlara neden olmuştur. İstanbul’da bir yangın ile evini, dükkânını, hayvanını kaybeden insanlar, bazen de yeniçerilerin talana maruz kalmışlardır. Akşam zengin yatıp sabahtan fakir uyanan insanımızın sayısı çok olmuştur.
1633 yılında Cibali’de çıkan yangın 3 gün sürmüş ve İstanbul’un beşte biri bu yangınla kül olmuştur. 1660 yılında çıkan yangında ise şehrin üçte ikisi yanmıştır. Hemen 1688 yılında çıkan diğer bir büyük yangında ise 1500 ev, 5 bin dükkân; 1718 yılındaki yangında ise 51 bin ev, 2283 dükkân, 171 cami, 152 saray, 80 değirmen, 98 fırın, 1601 mektep yanmış, 15 bin kişi de bu yangında can vermiştir.
Türk Edebiyatının önemli şahsiyetlerinden Abdülhak Hamit Tarhan’ın babası Hayrullah Efendi 1863 yılında Avrupa’ya yapmış olduğu gezide başta Fransa olmak üzere Avrupa ülkelerindeki yerleşim yerlerinin düzenliliğini görüp, benzeri durumların Osmanlı topraklarında olmamasına üzülmüş, Avrupa Seyahatnamesi adlı eserinde Osmanlı’da özellikle İstanbul’da çok büyük yangınlar çıktığını, ahşap binaların bir gecede kül olduğunu, hâlbuki Avrupa’da binaların kârgir (tuğladan yapılma) ve en az üç katlı olduğunu, altlarında dükkânların bulunduğunu, dükkânların üstünde numara ve mal sahibinin adı ile dükkânın içeriğini yansıtan levhalar olduğunu, kaldırım taşlarının muntazam, yolların asfaltlı, sokak ve evlerin fenerler ile aydınlatıldığını, Paris’te gece yarısından sonra görevlilerin sokakları temizlediğini, kaldırımları onardığını, yolları suladıklarını üzülerek ve özenerek anlatmıştır.
Hayrullah Efendi’nin Avrupa’daki evlerin kârgirden (taş veya tuğladan) yapıldığını söylediği binaların benzerini Osmanlı Devleti de yapmak istemiş, XVII. Yüzyılda, yangınlarda zayiatı aza indirmek için evlerin kârgirden yapılması yönünde ferman çıkartmış ama evlerin kârgirden yapılmasına 19. Yüzyıla kadar tam geçilememiştir.
Osmanlı döneminde insanlarımız depreme dayanıklı evlerden ziyade yangına dirençli evler oluşturmak amacıyla kârgir binaların yapılmasını özendirmiş, bunu bile iki yüz yıl içinde zor gerçekleştirebilmiştir. Yapım yönetmeliklerini oluştururken zihinlerini meşgul eden birinci unsur yangın, ikinci unsur deprem olmuştur. Fakirlik, bilgisizlik ve ahlaki sorunlar ile yangına dirençli binalar yapma alışkanlığını kazanmamız iki yüzyılımızı almıştır.
On beşinci yüzyıl şairlerinden Necati Bey sevgilisi için “Gide mi ey seng-dil zülfün hayâli sineden/ Çün bilirsin muhkem olur kâfirin itdigü bina derken o yüzyıllarda kâfirlerin, (Avrupalıların) yaptıkları binaların sağlam olmasından bahsetmektedir. (Beyit başka anlamlar da içermektedir.).
Günümüzde bir yangınla evlerin toplu olarak yanma tehlikesini atlattık, fakat şimdi de depreme dayanıklı evleri inşa etmede sorunlar yaşamaktayız. Türkiye’de depreme dayanıklı bina yapma yönetmeliğinin çok sağlam olduğu söylenmektedir. Yönetmelik çıkarmak bir saat, o yönetmeliğin gereklerini yerine getirmeye alışmak yüz yılları almaktadır. Çünkü kültürel, ahlaki, siyasi ve ekonomik yapımız bu yönetmeliklerin hemen hayata geçirilmesine uygun değildir. Kültür hazıra konmayı reddeder. Dışardan alınan bir yeniliğin, toplum tarafından kabul görmesi için toplumun buna hazır olması; yöneticilerin de bunda ısrar etmesi gerekmektedir.
Osmanlı’da bir dönem dikkatsizlik sonucu yangın çıkarıp halkın zarar görmesine sebep olanlara idam cezası uygulanmıştır. Günümüzde ise depremi dikkate almadan inşaat yapanlara karşı çok daha hoşgörülü davranmaktayız. Çürük binalara imar affı verenler ile çürük bina yapan müteahhitler arasında hiçbir fark yoktur. Ama biz birilerini kahraman birilerini hain ilan ediyoruz. Ve kendi mezarımızı kendimiz kazıyoruz.