Bizim oralarda pazar günlerinin kralı peynirli, kraliçesi de kıymalıdır. Hele peynirli pazar kahvaltılarının vazgeçilmezidir. Hamurunun alt kısmı ince, dudakları dediğimiz kenarı biraz kalın olmalı. Öyle narin pişirilmeli ki kemik olmamalı ama hamur da kalmamalı.

Odun ateşiyle yanan fırının koltuk dediğimiz son cemaat yerinde tek yumurtanın sarısı ile biraz bekletilmelidir. Kralın son buluşması bizim tereyağı ile olmalı. Ardından su bardağında servis edilen çay ile de son yolculuğuna uğurlanmalıdır. Yanında zeytin varmış, kaşar peynir yokmuş çok da önemli değildir.

Mahallenin fırını olduğundan mıdır? “Ne o lan sosyete mi oldunuz” söylentisinden midir? Öyle sipariş falan da verilmezdi.  Fırına gideceksin, sıraya gireceksin adam gibi de bekleyeceksin. Sıraya kaynak yapanlara da ayar olacaksın. Bu işin raconu budur. Hele o hafta Trabzonspor mağlup olmuşsa pimi çekilmiş birer bomba gibidir herkes. O kuyruklar ateşle imtihan yeri olur. Kimse tanıdık, arkadaş, dost falan da dinlemez.

Fırında sıra beklerken bir anda Trabzonspor’un Çernobil’den sonra insanları nasıl kanser ettiğine dair ayaküstü muhabbetlerde bulursun kendini. Pazar günleri fırında yapılan bu ayinlerin bir de ramazan pidesi kuyruğunda olanları vardır. O dönem öyle şimdilerinin futbol entelektüellerinin! farklı olmak için ürettiği “kompakt oyun, bloklar arası alan daraltma, organizasyonu olan bir ekip” gibi söylemler de yoktu. “Oğlum topu al, çalımı bas git, ortanı da yap. Ne bekliyorsun topun sibobunu mu arıyorsun” gibi herkesin anlayabileceği futbol muhabbetleri vardı.

Geçmiş zamanlarda pazar günlerini kodladığım diğer bir şey kovboy filmleriydi. Saat 10 da başlar saat 12’deki pazar konserine kadar devam ederdi. Yakından kumandalı siyah beyaz televizyonumuz karşısında yerimizi alır, bu hafta kimin filmi vardı diye meraklanırdık.

Bu saatler gündüz evde geçireceğimiz son saatlerdi. Filmden sonra akşam ezanına kadar devam edecek ara ki bulasın cinsinden firarımız başlardı.  Kızılderililer kafa derisi yüzen, kovboylar da kasabayı koruyan sığır çobanlarıydı. Hep kovboyların, beyaz adamların yanında yer aldık. Elimizde tabanca olmasa da sağ elimizi tabanca şekline sokar, ateş ederdik. “Paam paam paammm” diye. Ama hayatı anladıkça, dünyayı tanıdıkça kasabayı koruyan bu kovboyların kahraman değil de birer sırtlan olduğu öğrendim.

Adamlar sinema ile önce milletleri saray helvası kıvamına getirdi, sonra da ham etti, ediyorlar. Her türlü çakallık, eşkıyalık bunlarda… Ama baksan idealler ülkesi, hayaller ülkesi…

Kristomp Kolomb keşif yapmak ve altın bulmak için 3 gemiyle 1492 yılında çıktığı seferde Amerika kıtasına vardı ama buranın yeni bir kıta olduğunu bilmiyordu.  O Hindistan’a vardığını zannediyordu Öyle ki karşılaştığı yerli halklara indios (Hindistanlılar) adını vermişti. Bu yüzden Kızılderililer, American Indians («Amerikalı Hintler») ya da yaygın biçimde kısaca Indians («Hintler») olarak adlandırılır. Sonrasında İtalyan kaşif Amerigo Vespuçi bulunan toprakların Asya Kıtası’nın parçaları olmadığını fark etmiş ve mektuplarında bu topraklardan ''Yeni Dünya'' adıyla söz etmiştir.

Keşiflerden sonra haliyle yeni kıtada altına hücum başladı. Avrupa’nın uğursuzu, hırsızı, çapulcusu, iti kopuğu, gemi gemi Amerika’ya akın hücum etti.

Bugün Amerika dünyanın dört bir tarafını sömürüyorsa kuruluş ruhunda “talan” olduğu içindir. Mazlumların gözyaşlarının akmasına neden oluyorsa, ülkelerin altını üstüne getiriyorsa mayalarında “vahşet” olduğu içindir.

Hasılı Biden gitti Trump geldi bunların politikaları değişmeyecek. Vahşet ve talan devam edecek. Değil Trump bir sonraki başkanları Müslüman olsa da farklı olmayacak.

Bu adamların bedenleri değişir ruhları değişmez.