Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz Siyaset” ile ifade ettiği “Osmanlıcılık”, “İslamcılık”, “Türkçülük” makalesi, Osmanlı siyasal yapısında var olan düşüncenin terminolojik yapısını oluşturmuştur.

II. Abdülhamit’in “İslamcılık” fikri toplumda zemin bulunmasına rağmen, Namık Kemal ile ifadesini bulan “Osmanlıcılık” düşüncesi Osmanlı toprakları içerisindeki azınlıkların sayısının ve çeşidinin fazla olması nedeni ile taraftar bulmasını kolaylaştırmıştır. Bu süreçte en az ilgi gören düşünce “Türkçülük” fikri olmuştur.

Balkan savaşlarında yaşanılan ağır hezimet ve akabinde I. Dünya Savaşında Arabistan bölgesinde Arap İngiliz ilişkileri, halkımızda büyük hüsrana neden olmuş, bu durum “Türkçülük” fikrinin yayılmasını hızlandırmıştır.

Bu dönemlerden sonra Osmanlı yönetim kesimi gözlerini Anadolu’ya dikmiş, devlet için gerekli olan vergiyi ve askerî gücü Anadolu’dan tedarik etmek zorunda kalmıştır.

Bu şartlar altında 1909 yılında askerlik zorunlu hâle gelmiş, ulus devlet inşası sürecinde Anadolu insanından fedakârlık, itaatkârlık ve sadakat meziyetleri ile bezenmiş, asker- millet anlayışı içinde iyi vatandaş olmaları beklenmiştir.

Türkler, vatan, bayrak, namus, din uğruna yıllarca savaş vermiş, bu manevi değerlerin yıpranmaması, onlara “nâmahrem” eli değmemesi için can vermiştir. Hatta şehit düşmesi hâlinde Kuran-ı Kerim’in ayaklar altına alınmasını önlemek için askerlerin savaşta yanlarında Kuran-ı Kerim taşımaları yasaklanmıştı. Cepheye kadınlar gönderilmemiş, onları korumak için askerler cephede tüm güçleri ile mücadele etmiştir. Kadınlar ise cephe gerisinde onların iaşesini sağlamak için çok büyük fedakârlıklar yapmışlardır.

Bizim kültürümüz kadına askerlik yapma görevini değil, asker doğurma sorumluluğunu vermiştir. “Her Türk asker doğar” sloganının mantığını da bu anlayış oluşturmuştur.

II. Dünya savaşının ayak seslerinin gelmeye başlandığı 1930 yılında Kurtuluş Savaşı’nda göstermiş oldukları başarı da göz önünde bulundurularak kadınların askere alınması gündeme gelmiş, kızlar okullarda beden eğitimi derslerinin yanında askerlik dersleri de almaya başlamışlardı. Hatta Atatürk, kadınlar da dahil her vatandaşın şeref, haysiyet, vatan borcu olan askerlik vazifesini icabında fiilen yapabilmesi lazımdır, diyerek bu konuyu gündeme getirmiştir.

Dünyada feminizm düşüncesi yayıldıkça kadınlar ile erkekler arasında düşünce farklılığı derinleşmeye başlamış, kadınlar, vücut benim, benim özgürlüğüm, istediğimi yaparım anlayışı ile çocuk doğurma düşünesine şiddetle karşı çıkmaya başarmışlardır. Kadınlar çocuk doğurma ve ona bakma noktasındaki isyanlarında belirli konularda haklı görünseler bile onların bu anlayışı toplumları yok olma durumuna getirmiştir.

Dünya hızlı bir şekilde yaşlanmakta, ülkelerdeki genç nüfus oranı gittikçe azalmaktadır. 1950’lerde genç nüfusa göre gençlerin oranı yüzde kırk beş iken bu oran günümüzde yüzde yirmi beşlere kadar düşmüştür. Bu oran Almanya, Yunanistan, İspanya’da yüzde on altılar seviyesindedir. Bir zamanlar Avrupa’ya karşı Türkiye’nin en büyük kozunun genç nüfus oranı olduğu gerçeği gittikçe kaybolmakta, nüfusumuz yaşlanmaktadır.

Türkiye’nin çocuk doğurma oranındaki sorun Avrupalılardan çok daha fazladır. Türkiye’nin doğum yükünü kenar mahalle kadınları çekmekte, kırsal kesimin çocuk doğurma oranı ile şehirde yaşayan, üniversite bitirmiş, iş güç sahibi daha fazla eğitimli kadınların doğum oranlarında çok büyük uçurum bulunmaktadır.

Bu memleketin geleceği hakkında en fazla ahkâm kesen, vatan millet nutuklarını atan kişiler, bu vatana hizmet edecek çocukları doğurmada maalesef isteksiz davranmaktadır. Bu şartlar altında tarihten miras aldığımız Türk kadını askerlik yapmaz asker doğurur” anlayışı hızla yok olmakta, ileride bu memleketin gelişmesi için her branşta ihtiyaç duyulan bireyleri görmek neredeyse imkânsızlaşmaktadır.

II. Dünya savaşında da ortaya çıkan savaşların cephede değil ülkenin her bölgesinde olduğu gerçeği ve bazı kadınların sert feminist direnişleri, ileriki zamanlarda kadınların da askere gitmeleri ya da bazı erkeklerin yaptığı gibi bedel ödemeleri fikrini tartışmaya açacaktır.