Öyle bir zamandan geçiyoruz ki sadece gelişmeleri takip etmek bile başlı başına bir mesele. İttifakların oynak bir zemine oturduğu bölgede kartlar sürekli yeniden dağıtılıyor.

Öylesine kaotik bir bölge ki bir yerde Rusya ile başka bir yerde Amerika ile ittifak yapmak zorundasınız. İstikrarsızlığın artık istikrar olduğu bu coğrafyada -ki Türkiye’de de hedeflenen budur- milli çıkarlar ve güvenliğimiz için sınırlarımızın ötesinde operasyonel faaliyetler yürütmek bile başlı başına büyük bir ülke aksiyonudur.

Suriye’de 13 yılda olmayan devrim şu son 13 günde gerçekleşti. 61 yıl boyunca zulme, baskıya, Hama’da, Humus’ta ve daha birçok yerde toplu katliamlara maruz kalmış, azınlığın tahakkümü altında inim inim inleyen bir halk artık özgür. Yaklaşık 1 milyon insanın katledildiği, 12 milyon insanın göç ettiği bir dönem sona ermiştir. Hayatın garip cilvesi olsa gerek şimdi Esed sığınmacı durumunda.

Hemen aşağımızdaki haritalar sürekli değişiyor. Renkli bölgelere ayrılmış haritalarda nerenin kimin kontrolünde olduğunu anbean öğreniyoruz. Kimin çubuğu daha uzunsa ya da çubuğu kim ele geçirdiyse ekranların karşısında onu dinliyor gibiyiz. Dakika ve skor alır gibi bölgedeki muhabirlere bağlanınca radyo başında maç dinlediğimiz günler aklıma gelmiyor değil.

Bölgedeki mevcut durumu göz önüne aldığımızda oyun kurucu iki ülke ön plana çıkıyor; Türkiye ve İsrail. Diğerlerinin pek hali mecali yok.  Esed rejimin son bulması birazda bu nedenlerle oldu gibi. Rusya enerjisini Ukrayna’da harcıyor, Irak zaten benzer sorunlarla uğraşıyor. İran kendi derdine düşmüş. Amerika’nın Trump’tan dolayı tavrı merak konusu ama İsrail’e yol verecek gibi duruyor. İsrail ise Gazze'de yaptığı vahşeti Lübnan ve Suriye’ye taşımayı planlıyor. Batı ve Amerika bu manada İsrail’e her türlü izni ve imkanları sunmuş durumda. Sessizliğe bürünen, ortak tavır takınamayan İslam dünyası böyle davrandığı sürece de İsrail bölgede daha hızlı ilerleme planlarını şüphesiz aktifleştirecektir.

Türkiye yıllardır başına bela edilen terör tehdidini ortadan kaldırmak ve aşağıda bir terör koridorunun oluşmasını engelleme konusunda hiç olmadığı kadar kararlı.  İsrail ise arz-ı mevud vadedilmiş toprakların peşinde. Sahada iki ülkenin stratejik hamleler yapacağı, yoğun ve zor günler bizleri bekliyor. Bu perspektiften baktığımızda Kürtlerin tercihi bölgede belirleyici unsur olacak gibi duruyor. Ya Türkiye Cumhuriyeti’nin himayesinde bölgede var olacaklar ya da hiçbir ortak noktaları olmadığı Yahudi emellerinin hizmetkarı olarak kalacaklardır. Bölge halkının kültür ve inanç coğrafyası Ateist, Marksist ve Leninist bir örgütlenme olan terör örgütü PKK/KCK’nın Suriye kolu PYD/YPG’nin yanı değil İsrail’in yanı hiç değildir.

Türkiye’nin varlığını ve birliğini tehdit eden İsrail’in, bölgedeki yayılmacılığının önlenmesi istiklalimiz ve istikbalimiz için bir mecburiyettir. PYD/YPG terör oluşumunu bu manada kullandıkları apaçık bir gerçektir. İsrail, bölgesel çıkarlarına hizmet edecek bir Kürt devleti kurmanın peşinde.

Suriye Muhaliflerinin rejimi devirmesi gelinen nokta açısından tabi ki bir zaferdir. Ama bu zaferin Türkiye Cumhuriyeti açısından bir mana ifade edebilmesi için bazı hususların doğrudan takipçisi olunmalı ve aktif rol üstlenilmelidir. Önümüzdeki günlerde mutlaka bir geçiş hükümeti ve Anayasa hazırlıkları gündeme gelecektir. Bu çerçevede Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmalıdır. Adil ve bütün kesimleri temsil eden bir hükümetin kurulmasında ısrarlı ve takipçi olunmalıdır. Bölgedeki demografik yapı içerisinde Türkmenlerin varlığı garanti altına alınmalıdır. Özellikle sınır bölgemize Türkmenler yerleştirilmeli, stratejik noktalar Türkmenlerin yerleşimine açılmalıdır. Bu süre zarfı içerinde ülkemize sığınanların bir takvim içerisinde geri gönderilme imkanları sağlanmalıdır. Suriye iç savaşından ülkemize sığınanlar nedeniyle bozulmaya müsait demografik yapımız reorganize edilmelidir. Ayrıca bölgede kalıcı TSK üsleri kurulmalıdır.

Tarih, Suriye’nin yeniden inşa görevini Türklere ezelden ebede vermiştir. Bu görev durumdan vazife çıkarma işi değildir. Türkler; tarihe, bugüne ve yarına sorumlu olan kadim bir millettir. Kendi içimizde birtakım sıkıntılar yaşasak da Hakkı, adaleti, mazluma yardıma koşmayı kendine vazife etmiştir.

Burada bir parantezde rejimi yıkan muhaliflere açmak gerekir. Muhalifleri şeriatçı, Sünni isyancılar diye kategorik sınıflandırmak, subliminal İslami terör mesajları vermek süreci sabote etmekten öteye gitmez. Demografik yapıyı ve muhalif unsurları bilmeden bu yönde yapılan ezberler esasında rejimin bir şekilde devam etmesini isteyenlere aittir. Şüphesiz sürecin devamında mezhepçilik suçlamaları ve mezhep savaşları iddiası gelecektir. Evet Türkiye ağırlıklı olarak Sünni’dir ama Sünnici değildir. Bu topraklara mezhep belasını kim soktuysa aynı yarayı kaşımak isteyenler de yine onlardır. Osmanlı’nın bakiyesi farklı inanç ve mezheplerin bu topraklarda neşet ettiği bir gerçektir. Biz böyle bir mirasa sahip bir milletiz.

Miras demişken bize kalan bazı miras öğelerini de gözden geçirmek gerekir. Irkçı, faşist, aşağılayan, ötekileştiren deyimler çok sempatik durmuyor ve bu necip milletimizin misyonuna da uygun değil. Kim söylemiş, kim üretmiş bilinmez. Bunlardan biri de Ne Şam’ın şekeri, Ne Arap’ın Yüzü.

Ne Şam’dan vazgeçeriz ne de Arap iş birliğinden. Sen vazgeçersen elin gavuru gelir senin vazgeçtiğin alanları doldurur diyerek yazıyı bitirelim vesselam…