Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed(sav) Efendimizin adıyla özdeşleşen "sünnet" kavramı fıkıh, fıkıh usulü, hadis ve kelâm ilimlerinde farklılıklar gösterse de genel manada “izlenen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek” anlamlarına gelir. Sünnet, peygamberimizin bir çeşit yol haritasıdır. Başka bir tabirle Hz. Peygamber'in farz ve vacip kapsamı dışında kalan, kesin ve bağlayıcı olmaksızın tavsiye ve örnek olma niteliği taşıyan söz ve fiillerinin genel adıdır sünnet. Bu k

Peygamber Efendimizin (sav) söz ve fiillerinin ve takrirlerinin tümüdür sünnet. Hz. Peygamber'in devamlı yaptığı, sırf bağlayıcı ve kesin bir emir olmadığını göstermek için nadiren terk ettiği fiillere müekked sünnet denilir. Hz. Peygamber'in çoğu zaman yaptığı bazen de terk ettiği fiil ve davranışlara ise "gayr-i müekked" sünnet adı verilir.          

Peygamberimiz söz ve eylemlerinde hiçbir zaman Kur'an'la çelişmemiş, aksine onunla aynı doğrultuda sözler söylemiştir. Onun içindir ki sünnete bağlılık yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in de emridir. İslâm'ı hakkıyla ve lâyıkıyla yaşamak için sünnete sıkı sıkıya bağlı olmak gerekir. Bu, iyi insan ve iyi Müslüman olmanın da yegâne yoludur.

           

Allah sevgisine erişmenin yolu, Kur’an ve sünnete sıkı sıkıya bağlılıktan geçer.

 Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm ve tasavvuf âlimleri sünnete ittiba etmenin ehemmiyetini her fırsatta dile getirmişlerdir. Bu çerçevede Âl-i İmran Suresi'nin 31. ayetinde mealen şöyle buyrulmaktadır: “De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." Yine “Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ 4/65) ilâhî hükmü, Peygamberimize şeksiz bağlanmanın önemini vurgulamaktadır. Yine Rabbimiz “Sizin için, Allah’ı ve âhiret gününü umanlar, Allah’ı çokça ananlar için Allah’ın peygamberinde en mükemmel örnek vardır.” (Ahzâb 33/21) ayetiyle peygamberi Hz. Muhammed(sav)'i en iyi insan modeli olarak takdim ediyor.

           

Selçuklunun dinî ve kültürel mirası üzerine bina edilen Osmanlı Devleti, sünnet kaidelerini her zaman önemsemiş ve tabir caizse hayatın öznesi kılmıştır. İslâm'ın mukaddes değerlerine bağlılık bu  devletin şiarıydı. Bu konuda daima hassas ve ilkeli davranılmıştır.

           

Tutarlı bir duruş sergileyen Hz. Peygamber’in sünnetine bağlılık vurgusu, ilk dönemlerden beri Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan İslâm âlimlerinin üzerinde hassasiyetle durdukları konulardan biri olmuştur. Zira onlar ümmetin yol göstericileridir. Makam, mevki ve statü olarak en diptekinden en baştakine kadar bu topraklarda yaşayan hemen herkes peygamberi sevme ve ona sadakatle bağlı kalma konusunda birbiriyle adeta yarışmışlardır. Allah'ın "Habibim" dediği Peygamberimiz ümmetin gözdesi olmuştur.

           

Osmanlının ve başta padişahlar olmak üzere, onun kıymetli şahsiyetlerinin(âlimlerin ve devletin üst yöneticilerinin) Peygamberimize, onun ashabına, ailesine ve yakın akrabalarına duyduğu sevgi ve muhabbet, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar derin ve samimiydi. Osmanlının Mekke ve Medine için kurduğu Haremeyn vakıfları, her yıl Hicaz bölgesi halkına yaptığı yardımlar nedeniyle düzenlediği Surre alayları, Hz. Peygamber’in soyundan gelenlere yardım ve işlerinin takip edilmesi için kurduğu Nakîbu’l-Eşrâflık gibi faaliyetleri bunun mücessem hâlidir. Öte yandan Mekke ve Medine bölgesinde yaşayan halka Osmanlı tarihi boyunca düzenli olarak aynî ve nakdî yardımlar yapılmıştır. Yine bu çerçevede Çelebi Sultan Mehmet’ten itibaren Osmanlı hükümdarları, düzenledikleri Surre Alaylarıyla Hicaz bölgesine para ve kıymetli hediyeler göndermişlerdir. Böylelikle de Haremeyn bölgesindeki hac iş ve işlemlerinin kolaylaş(tırıl)masını sağlamışlar, bununla da yetinmeyip  bir adım daha ileriye giderek oradaki yoksulların ihtiyaçlarını karşılamaya gayret etmişlerdir.

           

Osmanlının kıymetli bir şairi olan Süleyman Çelebi(14 ve 15. yy.)’nin kaleme aldığı Mevlid’in o zamanlarda her yerde (açılış, düğün, sünnet, cenaze gibi) sevilerek okunması da bu muhabbetin bariz göstergesidir. Hatta bunun devamı için mevlid vakıfları bile kurulmuştur.