Moğolların baskısından kaçarak Anadolu’ya gelen Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaşı Veli gibi Mevlana’nın babası BahaaddinVeled de Bağdat ve Mekke yolu ile Anadolu’ya gelerek Konya’ya yerleşmişti.

İran’dan kafileler hâlinde gelerek Sufi kültürünü Anadolu’ya yayan, aynı zamanda Fars kültürünün taşıyıcısı olan bu gruplar Konya’yı İran kültürünün merkezi hâline getirmiş, bu kültür ortamı yavaş yavaş Fars dilinin en büyük şairi Mevlana’nın yetişmesinin önünü açmıştır.

Mevlana’nın düşüncesi etrafında binlerce kişi yetişmiş, Mevlevi tarikatı Türk dünyasına şairler, müzisyenler kazandırmıştır. Mesnevi miri malı  (hazine malı) sayılmış, herkes bir hisse kapmak için onu defalarca okumuştur. Dünyanın dört bir yanında Mesnevi yüzlerce dile çevrilmiş, bütün insanlık onun eserini hayranlıkla okumuştur.

Mesnevi Türk insanın düşünce sisteminin gelişmesine, tasavvuf temellerinin atılmasına çok büyük katkılar sağlamıştır. Mevlana onlarca üniversiteye bedel bir şekilde başta bizim insanımız olmak üzere tüm dünya milletlerine büyük hizmetler sunmuştur.

Fakat dil açısından baktığımızda Mevlâna eserlerini Farsça yazmıştır. İranlılar Firdevsî, Hâfız, Sadi ve Mevlânâ’yı Farsçayı dirilten dört şair olarak görür, bu dördüne kendi kültürlerinde ayrı bir değer verirler. Molla Câmî, Mevlânâ için peygamber değil ama kitabı var demiş, hatta bazı İranlılar ilhamını Kuranıkerim’den aldığı için Mesnevi’ye Farsça Kuranıkerim tanımını kullanmışlardır.

Osmanlı sınırları içerisinde Mevlevihanelerin sayısının 110 civarında olduğu, Mesnevi’nin on sekizinci yüzyılda Türkçeye çevrilmeye başlandığı, Türkçeye çevrilmesine rağmen yine de oralarda Farsça aslının her daim okunduğunu göz önünde bulundurursak bu eserin, Farsçanın yayılmasındaki etkisini tahmin etmiş oluruz. Aynı şekilde Dar’ül Mesnevi adı altında mesnevileri okutmak için dershaneler açılmış, bu dershanelerde Mevlana’nın Mesnevisi Farsça olarak okutulmuştur.  Hatta Mesnevi’nin daha iyi anlaşılması için şerhler ve sözler bile yazılmıştır.

Türk kültür, düşünce ve edebiyat tarihinin en önemli simalarından olan Mevlana aynı zamanda Anadolu’nun Türkleşmesini geciktiren unsurların başında gelmektedir. Anadolu Selçuklular ve Büyük Selçuklular, Gaznelilerinsaray kültürünü ve Farsçayı edebi dil olarak almaları, bu dilin yavaş yavaş Anadolu Selçuklunun ruhuna nüfuz etmeye başlamasına vesile olmuştu. Şöyle ki Selçuklu Sultanları Fars sultanları gibi Keykubad, Keyhusrev lakaplarını almaya, Farslılar gibi yaşamaya, İranlı şair ve bilginleri saraya çağırarak en önemli görevleri onlara vermeye başlamışlardı. Farsçanın itibarı gün geçtikçe daha çok artmış, hızlı bir şekilde Anadolu’ya yayılmaya başlamıştır.

İranlılar, Farsçanın sadece Anadolu’da değil Anadolu dışında da yayılmasının en önemli ayağının Mevlana olduğunu, onun sayesinde Farsçanın Mevlevi dervişleri arasında kutsal dil olarak algılandığını, daha önceleri medrese eğitimi almış üst kesimin dili olan Farsçanın Mevlevi tarikatı ile birlikte halk tabakasına yayıldığını söylemekte ve Mevlana’yı Farsçanın en büyük temsilcisi olarak görmektedirler. Hatta onlar; Yavuz bizi Çaldıran’da durdurdu ama biz mesnevi ile birlikte Osmanlı sarayına, sonra Osmanlı’nın eli ile Balkanlara ulaştık, demektedirler.

Girdiği topraklarda hızlı bir şekilde yayılmak ve orayı nüfuz altına almak İran kültünün en önemli özelliğidir.

Yavuz Sultan Selim’in zamanında İran’a karşı göstermiş olduğu dirayet İran’ın dinî referanslarının yayılmasının önünü hızlı bir şekilde kesmiştir. İran kültürü başta Mevlana olmak üzere edebiyat sahasında Farsça vasıtasıyla devam etme imkânını yakalamıştır. Anadolu’nun Türkleşmesinde Yavuz Sultan Selim’in çok önemli katkısı olmuştur.