Eğitim; toplumu şekillendirmeye, dönüştürmeye yönelik politikaların tatbik edilebileceği en uygun alandır.
Platon’dan itibaren eğitim konusu düşünürlerin başlıca ilgi alanlarından biri olmuştur. Eğitim; Aydınlanma ve Rönesans dönemleriyle sanat ve bilim odaklı bir hal alsa da asıl önemini ulus-devletlerin doğuşuyla kazanmıştır.
Paradigma, zorunlu eğitim marifetiyle bireyleri nitelikli birer vatandaş yapmanın yanı sıra onları resmî ideolojinin ideal kimliğine büründürmeyi amaçlamıştır.
Hükümetin, muhalefetin, sendikaların ilerici-gerici, çağdaş-yobaz yakıştırmaları altında yap-boz tahtasına dönen eğitim politikaları, müfredatı, yöntemi ve teknikleri öteden beri tartışılagelmiştir.
Kimi insanlar ve grupların eğitime yaklaşımı salt siyasi saiklerle olduğundan her kesimi memnun edecek müfredat ve yöntem mutabakatı bir türlü sağlanamamıştır.
Toplumun ortalama eğitim süresini yükseltmek, eğitim sisteminin bireylerin ilgi, ihtiyaç ve yeteneklerine göre yönlendirmeyi amaçlamış zorunlu eğitim meselesinde tablo gün geçtikçe daha da ağırlaşıyor.
Hal böyleyken başta eğitim sistemi olmak üzere toplumun tüm katmanlarında dolaylı- dolaysız ağır maliyetlere yol açan zorunlu eğitim süresinde düzenleme yapılması zaruriyet arz etmektedir. Bu düzenlemenin beraberinde kaliteyi de getireceği muhakkaktır.
Behemehâl ortaöğretim zorunlu olmaktan çıkarılmalı, eskiden olduğu gibi sadece ilkokul zorunlu hale getirilmelidir.
Anne babanın iyi bir gözlemci ve asıl önemlisi ilkokul öğretmeninin “öğretmen“ olması eğitimin yol haritasını önümüze net bir şekilde koyacaktır.
Eğitime karşılık verecek çocuk ilkokuldaki davranışlarından, derse olan ilgisinden merakından, okula gitme isteğinden, yaptığı ödevlerden ve tabiki aldığı notlardan fevkalade anlaşılır.
Okumakta gözü olmayan, zoraki okula giden, devamsızlığı kullanılması gereken bir hak gibi gören, sınav tarihlerini bilmeyen, kitabından defterinden bihaber çocuklarımızı zorunlu olarak okula göndermenin rasyonel bir yanı olmadığı gibi okul, aile, öğrenci üçgeninde çile sarmalına dönüşmemesi de mümkün değildir.
Çocuklarımıza sınavlara hazırlanan öğrenci gibi değil de yarışlara hazırlanan beygirler gibi davranmamıza ne demeli. Okul, yetmedi dershane, yetmedi özel hoca. Devlete yük, aileye yük, öğretmene yük, okula yük ve en önemlisi çocuklarımıza yük. Bu yükleri toplumun daha fazla taşıması çok mümkün görünmüyor.
Şekil, sayı, oran peşindeyiz. Okul sayısı, derslik sayısı, üniversite sayısı, diplomalarla övünüyoruz. Apartmandan bozma, butik üniversitelerde %50 %75 burslar havada uçuşuyor. Bugüne özel indirimleri kaçırmayın fırsatlarına ramak kaldı.
Nicelik on numara ama nitelik evlere şenlik. Araştıran, sorgulayan ve okuyan bir gençliğimiz yok. Her şeyi bildiğini sanan, kendisinden başka kimseyi beğenmeyen, sanal dünyanın esaretinde ama anasına, babasına, çevresine cümle ahaliye meydan okuyan! arkadaşının canına okuyan! Sınav odaklı bir gençlik yetiştiriyoruz. Okuyor ama o bildiğimiz türden değil.
Eninde sonunda herkesin bir şekilde bir diploması oluyor. Diploma, sertifika dediğin nedir ki? Öğretmen dediğimiz kim ki? Maaşının bizim vergilerle ödendiği memur değil mi? Eşek şakası yaparsın sana kızamaz. Kızarsa dışarıya çıktığında yolunu kesersin, icabında bıçaklarsın. Türlü disiplinsizlik yapar, okuldan uzaklaştırılırsın bir af çıkar tekrar dönersin.
Aileye, topluma illallah dedirten bu gençler ne yazık ki bizim eserimiz. Okuma niyeti olmayan, şımarttığımız, kıyamadığımız bir dediğini iki etmediğimiz çocuklarımızı eğer zamanında bir zanaata yönlendirebilseydik, zoru, yoku öğretebilseydik şimdinin dijital vahşileri olmaz aksine ehlileşirlerdi.
Bilimsel bir açıklaması var mıdır? Bilmiyorum. Kadim bir eğitim metodu olan Usta-çırak modeli sorunu çözer, süreci rahatlatır. Resmi eğitim modelinde eğitemediğimiz, iş hayatına katamadığımız, işleyemediğimiz nice cevherlerimiz bu metodla atölyelerde işlenerek birer pırlanta olmaları çok mümkündür.
Üniversite önünde bekleyen her bir öğrenci ya da hasbelkader bir üniversiteyi bitirip de iş bulamayan her bir mezun esasında kaybedilmiş bir zanaatkar, tornacı, boyacı, aşçıdır.
Şu anda gelir sıralamasında zanaatkarların yani tesisatçı ve elektrik ustalarının mühendislerden daha fazla kazandığı gelir araştırma raporlarında kendini göstermektedir. Batılı gelişmiş ülkelerde maaş ve gelir tablolarında son yıllarda mavi yakalar beyaz yakalı bir çok mesleğin önüne geçmiştir. Dolayısıyla bu ülkenin avukata, doktora, mühendise ihtiyacı olduğu kadar belki yapay zeka teknolojileri de göz önüne alındığında tesisatçıya, oto tamircisine, berbere, marangoza, terziye de ihtiyacı vardır. Herkes mühendis, avukat olmak zorunda değil zaten gerek de yok.
İyi birey, iyi vatandaş, iyi insan ne ola ki?
İtibarı, statüyü yanlış yerlerde aradığımızdan çocuklarımızı hep doktor, avukat olarak hayal ettik.
Daha fazla para, vakit ve insan kaybetme lüksümüz yok. Zorunlu eğitim süresi dört yıla düşürülmeli ve bu çile bir an önce bitirilmelidir.