“İnsanların güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim.” Ne iddialı, ne güzel bir söz! Bizden çıkmış, bize aitmiş gibi duruyor değil mi? Sözün sahibi Alman sanayici, Robert Bosch. Bizdeki durumu açıklayan söz ise sosyal medyada dolaşıp duruyor:
“Kulağına küpe olsun, altmış yıl avukatlık yaptım. Tüm davalar birbirine güvenen insanlar arasındaydı!!!”
***
Önemli, değil mi bu güven meselesi?
Hem de çok!..
İnsanlar birbirine ya da kurumlara güveniyorlar mı?
“Öyle bir zamana denk geldik ki” ile başlayan cümleler, durumu özetliyor sanırım.
Devlet adamı, siyasetçi, kasap, terzi, kuaför, doktor avukat, esnaf…
Hatta banka!
Hepsine bir mesafemiz var!
‘Acaba mı?’ diyoruz.
Başka bir sürü şey de geçiyor aklımızdan!
‘Güven’ ‘ itimat’ isimlerini taşıyan kurumlar, işletmeler niçin var?
(İşini düzgün yapan işletmeleri tenzih ediyorum.)
Hele yiyecek içecek sektöründe!
Aman Allah’ım!
Yakın zamanda açıklanan bir liste var ki evlere şenlik!
İsmi, tağşiş listesi!
Ne demek tağşiş?
Gıda maddelerinin, mevzuata veya izin verilen özelliklerine aykırı olarak üretilmesi demek!
Hileli ürün demek yani!
Zeytinyağının gerçek yağ olmaması demek!
Peynirin, gerçek peynir olmaması demek!
Etin bildiğiniz et olmaması demek!
Sebzenin meyvenin ilaç kalıntılarıyla dolu olması demek!
Balın, gerçek bal olmaması demek!
Liste uzayıp gidiyor!
İtimat, güven karşılık bulamıyor!
Evet, öyle bir zamana denk geldik ki kendi üretimini yapabiliyorsan senden iyisi yok!
Kendi söküğünü dikeceksin, kendi başını tıraş edeceksin!
Kendi davanın avukatı olacaksın!
Kendi işini, kendin göreceksin!
Ensen kalın olacak yani!...
Bu güvensiz ortamda her şeyi kontrol etmek zorunda olmak ne kadar yorucu.
‘Babana bile güvenme’ lafının bu kadar geçerli olması ne acı!
Sonra da gelsin davranış bozuklukları, psikiyatrik rahatsızlıklar!
Toplum olarak ‘küçük bir güven meselemiz var!’
Bu belli…
Umutsuz muyum?
Hayır!
Dönüşebilir, dönüştürebiliriz!
‘Güvendikleriniz ve güvenenleriniz bol olsun’ dileğimle…