Modern zamanlarda, kullandığımız eşyaları ve araçları değiştirdik, teknoloji dedik. Saç tıraşımızı, kılık kıyafetimizi değiştirdik, moda dedik.
Eşofmanlarla en fazla bakkala kadar gidebilirdik. Şimdi AVM’lerde ev haliyle rahat dolaşır olduk.
Dilimiz değişti, ilişkiler değişti, davranışlar değişti.
Hatırlayanlar bilir, kredi kartları hayatımızı henüz esir almadığında taksitler elden ödenirdi. Her taksit ödemeye gidildiğinde esnaf ile artık ahbap olunurdu. Hâl hatır, çoluk çocuk sorulurdu. Ödemelerde gecikme olduğunda da o dükkânın önünden geçilmez, başka yoldan eve dönülürdü.
Vergi iadesinden faydalanmak için alışveriş fişleri toplanırdı. Büyük bir özenle temizlik, gıda diye tasnif edilirdi. Evde kimin yazısı güzelse zarfı da o doldururdu. Büyük fişlerden küçük fişlere doğru bir kuyumcu titizliğinde yazılırdı. “Penaltı içerde mi oldu yoksa dışarda mı” tartışmaları kadar şiddetli olmasa da “bu fiş geçer mi geçmez mi” tartışmaları uzar giderdi. Küçük fişlere tenezzül edilmezdi ama eksik kalınca onlar da zarfa ilave edilirdi. Vergi iade beyannamesi zarfının minicik satırlarına fişin tarihini, numarasını, kimden alındığını ve tutarını yazmak, sığdırmak büyük bir maharet gerektirirdi. Kargacık burgacık yazılmış zarflar, paradan henüz altı sıfır atılmadığından kontrol edeni delirtmeye fazlasıyla yeterdi.
Mahalle kültürü değişti, sokaklar değişti. Küçük de olsa bahçeli müstakil evlerimiz yıkılıp yerine apartman dikilirken kapı numaralarımız bile değişti.
Şimdilerde apartmandaki komşumuz kimdir, necidir? bilmiyoruz çok da umurumuz da değil. Düğünü de cenazeyi de komşunun kapısının önündeki ayakkabıların anormal fazlalığından öğrenir olduk.
Sokağımızdaki her hane ev ev bilinirdi. Kimin bahçesinde hangi meyvenin olduğunu bilmek uzmanlık alanımızdı. Sadece meyve mi? Komşularımızın isimlerine varıncaya kadar kaç çocuğu olduğu, ne iş yaptığı ve en önemli bilgi “nereli” olduğu kayıtlarımızda mutlaka vardı.
Eskiye göre çok şey değişti. Gezdiğimiz sokaklar, caddeler ve mekanlar küçüldü, zamanlar kısaldı.
Eskiden anne babalar çocuklarını eve sokamazdı. Oyunun en heyecanlı yerinde duyulan “Baban seni çağırıyor” cümlesi okulun ders zili kadar can sıkıcıydı. B şıkkı olmadığı için oflaya puflaya eve gidilirdi ama aklımız, fikrimiz oynadığımız minyatür kale maçta kalırdı. Perdenin arkasından maçın kalan kısmı izlenir, çocukça bir tepkiyle sofranın hazırlanmasına yardım edilmezdi. O yaşlarda ekmek almaya gitmemek eve kestiğimiz en büyük racondu. Bugünkülerin yaptığı gibi tembellik gereği değildi.
Şimdilerde çocukların, gençlerin evde bilgisayarın başında internetin karanlık dehlizlerinde ne yaptıklarından çoğunlukla bihaberiz. Dijital tarikatın müritleri çocuklarımızı dışarı çıkaramıyoruz doğrusunu söylemek gerekirse çıkarmak da istemiyoruz. Dışarıdan da çok emin değiliz. Tinercisi, balicisi, hapçısı var. Hırlısı var hırsızı var. Eskiden çocuklarının sağ-sol örgütlerin ağına düşmesinden endişe eden aileler şimdilerde LGBT, ateist, deist, agnostik sapkın zihin kuryelerinden çocuklarını koruma telaşındalar.
Evet çok şey değişti. Önceden arkadaşlar evin önünde toplanır, gezip tozmaya sokağa çağırırdı. Şimdilerde ise siyasiler sokağa çağırıyor. Çünkü muhalefet tıkandı çıkış noktası bulamıyor.
Farklılıkları yönetme ve çözüm üretme yeri olan siyaset ne çözüm üretebiliyor ne de farklılıkları yönetebiliyor. Farklılıkları yönetmeyi bir kenara bırakın ötekileştirme üzerinden kurdukları politik mevzilerden birbirlerine kalabalık yerlerde artistlik, tenha yerlerde ise kompliman yapıyorlar. Kendilerini ifade edemeyen koca koca adamların edepten adaptan yoksun hamasetlerinden sonra gösteri yapan gençlerden nasıl temiz bir dil bekleyebiliriz.
Anayasanın toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını düzenleyen 34. Maddesini bilerek söylüyorum. Düzensiz, kontrolsüz, manipülasyona açık gösterilerden kaos ve anarşiden başka birşey çıkmaz. Provakasyona son derece müsait olan kalabalıkların kutsal değerlere yaptıkları saygısızlıkların ve ailelere ettikleri küfürlerin baş sorumlusu onları o alanlara toplayanlar ve yapılan küfürlere engel olamayanlardır.
Siyaset kurumu olarak çözüm üretemediğiniz, çözümü geçtim, başımıza bela ettiğiniz sorunları çözmenin yeri sokak değildir. Siyaset kurumu sokaktan medet ummamalı ama sokağa da sağır kalmamalı. Çözüm yerinin yine siyasetin bizatihi kendisi olduğu gerçeğini unutmamalıyız.
Gençler de dahil olmak üzere toplanan o kalabalıklar ne atılı suçları ne ciddi şüpheleri ne de güçlü delilleri biliyor zaten çokta umurlarında değil. Ben de o gün oradaydım diye başlayan, anlatacakları hikâye peşindeler.
O alanlarda toplananlardan bağımsız olarak söylüyorum. Bir türlü anlayamadığımız gençler huzur istiyor, geleceğe dair umut ve güven istiyor. Adalet ve hakkaniyet bekliyor.
Yapılan bir yanlışı, hırsızlığı benim partim, cemaatim, tarikatım, hemşerim diye göz ardı ettiğimiz sürece mahalleyi saran pis kokuları parfümle bastıramayız.
Toplumu çürüten, zehirleyen habis urlar kesilip atılmalı, cerahat temizlenmeli, kim olursa ve bedeli ne olursa olsun sonuna kadar üzerine gidilmelidir.
Tecrübeyle sabittir; anne baba sözü, öğüdü kıymetlidir ve asla kulak ardı edilmemelidir. Onların ferasetine güvenin. Evinize, okulunuza, işinize gidin. Rant, menfaat, ikbal savaşlarına kurban olmayın. Zor olanı seçin, kolay olanı değil. Yıkmak kolay, yapmak zordur. Donanımlı, umutlu, sabırlı ve soğukkanlı olun.
Gençler siz, siz olun; buhranlı dönemlerde siyasilerden gelen sese değil de evden gelen sese kulak verin.